Breaking News:
“Türkiye, Gülenciler ve siyasi muhalifleri kaçırıp bu kişilere işkence ediyor. Türk İstihbarat Teşkilatı MİT özel bir program çerçevesinde bütün dünyada siyasi muhalifleri arıyor, yakaladıklarını hapsedip işkence yapıyor.
ZDF ve CORRECTIV’in haber kaynaklarından Tolga, 15 Temmuz’dan sonra hapishanede dayak yediğini, kendisi ve ailesine karşı cinsel şiddet uygulamak, aç ve susuz bırakmakla tehdit edildiğini ifade ediyor. “Beni soydular, çömeltip üstüme oturdular ve sanki bir seks aleti kullanacakmış gibi davrandılar” diyen Tolga, işkencecilerin karısı, annesi ve babasına da aynı şeyleri yapmak ve bunu çocuklarına izletmekle tehdit ettiklerini anlatıyor. Röportaj veren diğer mağdur Ali ise sadece iç çamaşırı kalana kadar soyulduğu, elleri bağlı, başında çuval ile bitkinlikten yere düşene kadar ayakta bekletildiğini, beklerken de askeri müzik dinletildiğini belirtiyor. “Hücrede bir hem mikrofon hem de kamera vardı, 24 saat beni izlediler” diyen Ali, sözlerine “hoparlör üzerinden emirler veriyor ve çok yüksek sesle müzik dinletiyorlardı. Bir süre sonra insan dayanamıyor, yoruluyor, susuyor. Dayanamayınca düşüyorsunuz o zaman da tekme tokat girişiyorlar.” şeklinde devam ediyor.”
Uşak’ta 31 Ağustos 2020’de gözaltına alınan ve çıplak aramaya maruz kalan kız öğrenciler meselesi bu yazıya başka bir örnek tema olarak gösterilebilir.
Hepsi Uşak Üniversitesi’nde okuyan öğrencilerin hiçbiri yaşatılan korku ve baskı nedeniyle o dönemde ortaya çıkmak istememişti. Beş yıl sonra yaşadıklarını anlatmaya karar veren 25 yaşındaki Z.D., “Gençliğim elimden alındı, ne okuyabildim, ne meslek sahibi olabildim, hayatım 20 yaşımda duraksamış gibi. Gözaltından sonra hiçbir zaman kendimi Türkiye’ye ait hissedemedim.” diyor.
İki yıl önce Türkiye’den ayrılıp bir Avrupa ülkesine sığınan Z.D. Uşak Emniyeti’nde maruz kaldığı kötü muameleleri anlatırken hala sesi titriyordu.
Öğrencilerin bir kısmını kapısında erkek polislerin beklediği camlı bir odada aramışlar. Yani dışardan bakan biri o odada çıplak arama yapıldığını rahatlıkla görebilir.
Z.D. o anları şöyle anlattı: “Camlı bir odaydı. Perde filan yoktu. Erkek polisler odanın kapısının önündeydiler ama ben arkamı döndüğümde onları görüyordum. Kadın polis, ‘Onlar arkalarına bakmazlar, o yüzden görmezler’ dedi ama ben çok tedirgin oldum. Başımdan aşağı kaynar sular indi.”
Kişiliksizleştirme ve Çıplak Aramaların Amacını Anlamak
Cemaat medyasının Türkiye’de yapılan hukuksuzlukların duyurulması için gösterdiği çaba dikkatlerden kaçmazken aynı konuların sosyolojik, felsefi ve dini açılardan -bu kadar geçen yıla rağmen- yeteri kadar ele alınıp dillendirilememesi de dikkatlerden kaçmıyor. Türkiye’nin en eğitimlisi dediğimiz bu topluluğun bile bu konudaki entelektüel zayıflığının (üretilmiş materyallerin azlığı nedeniyle) gözden kaçmaması ya kâğıttan kaplan ya da sindirilmiş aslan kavramları ile izah edilebilir herhalde. Benim gibilerin beklediği şey şu idi: “Cemaat entelleri bu yapılanları Tarihi, Sosyolojik, Felsefi ve Hukuki açılardan ele alıp tüm dünyayı sarsacak kadar etkili ürünler makaleler raporlar ortaya koyarlar yakında” şeklindeki bir beklenti idi. Bu sadece benim de değil, benim gibi yazan çizen bir çok arkadaşımın da görüşü idi. Fakat bugünden geriye baktığımızda acı dolu haberlerden başka elde avuçta olan tek şeyin AIHM Büyük Dairesinin ‘ByLock suç değildir’ içerikli kararı. Kimse yanlış anlamasın yapılan hiçbir çabayı küçümsemiyorum fakat entelektüel seviyedeki beklentinin hasıl olan ihtiyacını ve yüksekliğini vurgulamak istiyorum sadece.
McIntyre’a göre etkileşim sosyolojisinin geliştiricisi olan Erving Goffman, etnografik bir araştırma olan Tımarhaneler isimli kitabında ürettiği Total Kurum kavramı ile temelde tımarhanelerde yaptığı çalışmanın sonuçlarını Total Kurum kavramının içerisine giren hapishaneler, toplama kampları, çocuk esirgeme kurumları, kışlalar, esir kampları vb. yerlere de uygulanabileceğini bize göstermiştir/ifade etmiştir.
Total Kurum Kavramı (Total Institution)
Goffman’a göre, modern toplumlar çeşitli kompartımanlardan/farklı bölümlerden oluşmaktadır. An’larımızın geçtiği alanlar aslında birer kurumdan ibarettir. Vakit geçirdiğimiz bu mekanlar/kurumlar bize farklı kimlikler kazandırıyor. İnsan da hangi kurumun içerisindeyse o kurumun kurallarına uygun bir şekilde yaşıyor. İşte total kurum tüm bu ayrıntıları/farklılıkları ortadan kaldırıyor. Artık bu ayrımın kalkmasından sonra insan tüm zamanlarını aynı yerde geçiriyor. Kamusal alanla özel alan; kamusal hayatla iş hayatı ve özel hayat farkı ortadan kalkıyor. Total kurumlar dış dünya ile bir takım özel bariyerlerle ayrıştırılmış alanlar olduğundan oraya giriş özel izne tabidir. Nedir bu total kurumlar: Tımarhaneler, Yetimhaneler, Karantina altındaki hastahaneler, Savaşesiri Kampları, Hapishaneler, Yatılı Okullar, Kışlalar, Manastırlar, Toplama Kampları. Bu kurumların ortak özelliği insanı bir süreliğine kapatıp ona yeniden yeni bir kimlik kazandırmaya çalışmasıdır. Total kurumlar insanda tek bir benlik kuruyor ve bu benlik insanın 24 saatini kapsıyor. İnsanı fiziki engellerle dış dünyadan kopartıp tüm hayatını bir tek şekil üzerinde devam ettirmesini zorunlu kılıp onu presliyor/sıkıştırıyor. Bundan sonra insan aynı mekanda çalışıyor, yemek yiyor ve uyuyor. Bourdieu bu sebeple bu kelimeyi Fransızca’ya ‘totaliter kurumlar’ olarak çevirmiştir. Total kurumlar insanı belli bir süreliğine alıp kapatıyor ve bu sürede kişide tek bir benlik oluşturuyor. Önceki benlikleri yok ediyor, ezip çiğniyor, öğütüyor ve ona yeni bir benlik veriyor. O kişi için özel an, kişisel an yoktur artık sadece kurumun insana bahşettiği ân ve yine onun lütfettiği yeni benlik/kimlik vardır. Total kurum bu ameliye ile bireyi ıslah etmek istemektedir. Bu sebeple de kişiyi kapatmak/izole etmek yolunu seçiyor, onu kendince tedavi ediyor. Total kurum insana ‘senden yeni bir birey yaratmam için seni belli bir süre kapatmam lazım’ diyor. Total kurumların tek derdi yeni bir kişi yaratmaktır. İnsanın total kurumlara kapatılmadan önce bir çok ân’ı varken total kurum tarafından dış dünya ile izole edildikten sonra tek bir ân’ı vardır artık: o da Total Kurumdaki yeni kimlik inşası ân’idir. Total kurumlar gündelik hayatta içerisine girdiğimiz sıradan kurumların mantığını, rasyonalitesini en uç seviyeye yükseltmiş bir tür ‘insan seraları’dır. Çünkü total kurumlardaki insanlar artık üzerlerinde deneyler yapılan bir nesneye dönüşmüştür.
Çıplak bırakılmak modern birey için en ağır durumlardan birisidir. Çıplaklık hali kişinin özel hayatı ile yine kişinin kendisi tarafından sınırlandırılmış bir konudur. Kamusal değildir, kişiseldir, özeldir. Çıplaklık hali ancak ve sadece kişinin mahrem ilişki anında veya size dokunma/bakma hakkını ona tanıdığınız doktor önünde mümkündür. Çıplak arama, ilk gözaltı veya hapishaneye girişin başlangıç aşamasında yapılarak insandaki oraya kadar taşıdığı bu mahrem alan algısını kırıp parçalamaya matuf bir eylemden ibarettir. Çıplak bırakmayla şunu demek istiyorlar, “burada mahrem alanınız, özel alanınız, değişik kimlikleriniz yok. Burada tek bir kimlik var onu da bu total kurum size verecek.” Yapılan anal kontroller kişinin benliklerini öğütme amaçlıdır. Kişiye yeni bir kimlik verme teknikleridir. Kişiliksizleştirme tekniğidir. Mahreme saldırarak bu kişiliksizleştirmeyi yapmaktadırlar. Dayak, küfür, cinsel saldırılar ve hakaret de aynı amaca matuf yapılan insandışılaştırma ameliyesindendir. Bu şekilde, total kurumlar insana patronun kim olduğunu kafalara çakmak istemektedir. Çoğul benlikle total kuruma gelen insan, tek bir benlik kazanmak zorundadır artık. Dışarıda sahip olunan tüm diğer benlikler ezilip öğütüldükten sonra artık insan sabah ve akşam sayılan sadece bir rakamdan ibarettir. Bu sebeple total kurumlarda özel ve mahrem alanların varlığına asla izin vermezler.
Necip Fazıl bunu ne güzel ifade etmişti Zindandan Mehmet’e Mektup’ta:
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Hapishanede, yumurta kabuğunda yetiştirmek istediğiniz küçücük bir filize dahi tahammülleri yoktur bu sebeple. Haftalık oda aramasına gelen gardiyan onları avuçlarının içine alıp ezip atıverir bir solukta. Sık sık oda aramaları yapar ve sizin zulaladığınız küçük mahrem alanlarınızdaki şeyleri alıp götürürler. Artık insanın farklı bir alanı olamaz ve insan tümüyle o kuruma aittir. Kantinlerdeki kısıtlamalar ve istenilen kitaplara, TV kanallarına, gazetelere ulaşamamanın anlamı tam da budur zaten. Çoraplardan veya poşetlerden oluşturulan küçük toplara bile tahammül gösterilmemesinin ardında da bu vardır.
Goffman’dan Alınacak Dersler
Goffman, araştırmasından akıl hastası bir kişiyi yaşam bağlamından çıkarıp, onu bir psikiyatri hastanesine yatırıp daha sonra aynı yaşam bağlamına geri döndürmenin, gölde boğulan bir adamı kurtarıp ona bisiklete binmeyi öğretmeye ve onu tekrar göle atmaya benzediği sonucuna varır. Türkiye’de hapishanelerin total kurum olarak kabul edilip buralar vasıtası ile oluşturulmaya çalışılan yeni kimlik çalışmaları projesi tutmamıştır. T.C. devletinin 100 yıllık tarihine baktığımızda bir çok sefer bir çok farklı kimlik üzerinde uygulanan bu yeni kimlik inşası ve kişiliksizleştirme ameliyeleri bir sonuç vermemiştir. Toplumun devlete olan güveni tükenmiş ve yasalara uymanın gerekliliği nerdeyse ortadan kalkmıştır. Başta devletin, kendisinin koyduğu yasalara saygılı olmasını beklemek sanırım birey-devlet ilişkisinde bireyin haklarından birisidir. Bugün birey, modern devlet karşısında adeta korumasız kalmıştır.
Total Kurumların bu izolasyon ameliyeleri Goffman’ın “kültürsüzleşme” olarak tanımladığı şeye yol açar. Bu süreç insanları, problemi çözmek/hastalığı iyileştirmek veya azaltmak yerine, moral bozukluğuna, beceri kaybına ve rol karışıklığına yol açıp insanları dış dünyadaki yaşamlarını yönetme konusunda daha az yetenekli hale getirir. Goffman, total kurumların, insanları taburcu veya tahliye olduktan sonra karşılaşacakları olasılıklara hazırlamak için çok az şey yaptığını, hatta hiçbir şey yapmadığını; onları yalnızca total kurumlarda kalmaya hazırladığını belirtir. Sandalyede uyumaya alışmış bir gece bekçisinin emekli olduktan sonra yatakta uyuyamaması gibi… o artık sadece sandalyede rahat uyuyabilmektedir.
“Hastane/Hapishane aşamasında” hastalar/hükümlüler toplumun onları terk ettiğinin farkına varmışlardır. Total Kurumun yeni benlik kazandırmaya çalıştığı bu yeni birey, arasına katıldığı eski toplumuna uyum sağlayamayacaktır. Toplum içerisinde güven hissinin kaybı onları sağlıklı ve sıcak ilişki kurmaktan alıkoyacaktır. Kuşku ile yaşayacak herşeye kuşku ile yaklaşacaktır hep.
Zamanla, hasta/mahkumlar total kurumlarda geçirdikleri zamana dair güçlü duygular edinirler ve bunu hayatlarından alınan veya boşa harcanan zaman olarak düşünme eğilimindedirler.
Total kurumlarda çalışan personel ve mahkumlar arasındaki sosyal mesafe büyüktür; iki taraf da bir antipati geliştirir ve birbirlerine karşı düşmanca davranmaya eğilimlidirler. Total Kuruma ait olan ve orayı çağrıştıran herşeye karşı bir öfke besleyeceklerdir.
Bazı hastaların/tutsakların format atma faaliyetlerine direndikleri gözlenirken (kâğıttan flüt) bir kısmının ise yapılan baskı ve preslemelerden kaynaklı benliklerinin paramparça olarak artık hiçbir iyi hal gösteremeyecek duruma geldikleri görülmüştür. Bunun sonucu olarak hafıza kaybı, konuşma bozuklukları, psikolojik ve mental rahatsızlıklar baş göstermektedir. Kısaca attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değmemiştir.
Yıllardır bu insanlara bu tek tipleştirme faaliyetleri çerçevesinde format atmaya çalışıyorsunuz. Artık gelin bir de o insanların bakış açısından bu meseleye bakalım.
Var mısınız bu insanlar üzerinde bir etnografik araştırma yapılmasına izin vermeye? Konuya bir de onların gözünden bakalım? Bakalım mesele ne imiş? Atmaya çalıştığınız format mı yoksa kayış mıymış? Yoğurdunuz tutmuş mu tutmamış mı?
Yoksunuz elbette; çünkü siz de biliyorsunuz ki;
“Everybody knows that the boat is leaking
Everybody knows the captain lied”
Kaynaklar:
romanyahaber.com
tr724.com

Murad Karasoy yazdı