Hiç şüphesiz ki, demokrasinin en değerli nimetlerinden biri de yorulan, yozlaşan, yoldan çıkan, güç sarhoşluğuyla keyfileşerek diktaya sapma belirtileri gösteren iktidarları kana, şiddete, kaosa, savaşa gerek kalmadan barışçıl yollardan zamanlıca değiştirme imkânı sunmasıdır.

Bu açıdan demokrasi, muhalefetin iktidar olma umutlarını canlı tutması kadar iktidardakilerin iktidar sonrası selameti için de büyük bir imkândır. Aksi halde askeri darbeyle, halk ihtilaliyle, suikastla ya da iç savaşla ama mutlaka şiddet ve kan yoluyla değiştirilmek zorunda kalırlar ki tarih bunun pek çok feci örneğiyle doludur. Bu yüzden, iyi kötü işleyen bir demokrasiyi rayından çıkarıp otoriter bir tek adam rejimine dönüştürmekten en çok imtina etmesi, korkması gerekenler, paradoksal olarak, iktidardakilerdir.

Bahsettiğimiz konu keşke sadece bir teori ya da bir faraziyeden ibaret olsa. Ne yazık ki değil. Türkiye, son birkaç yıldır tam da böyle bir çıkmaza sürükleniyor. Rejimi yarım yamalak da olsa işleyen bir demokratik hukuk devleti olarak devralanlar, “dava” dedikleri hedefi kuşkulu bir plan dâhilinde, ülkeyi bir başka sisteme doğru sürüklüyorlar.

Siz, bir kurallar ve kurumlar rejimi olan demokrasi sanki sadece sandıktan ve oydan ibaretmiş gibi, sandık ve halk iradesi konusunda yapılan yoğun güzellemelere aldanmayın. Tekelleşmiş propaganda mekanizması sayesinde gerçeklikle bağı koparılmış halk kitlelerine popülist goygoyculukla koltuktan koltuktan verilmesine de kanmayın. Türkiye, rejim olarak anayasal bir demokratik hukuk devleti olmaktan çoktan çıktı. Demokrasinin canına kastedenler bildiğimiz anlamda hukukun kırıntılarının tek tük ayaklarına dolaştığı yüksek yargıdaki yıkımı hitama erdirdiklerinde tabuta son çiviyi de çakmış olacaklar.

Sistemin demokratik nitelikleri yok edildiği oranda ise girişte bahsettiğim risk güç kazanacaktır. Bir mucize gerçekleşmez ve keskin bir viraj alınarak her şey olduğu yerine döndürülemezse bu saatten sonra ne adil ve özgür bir seçimden ne de demokrasiden bahsetmenin imkanı kalmayacaktır.

Özgür medyaya el konulduğu; eleştirel gazeteciler, akademisyenler, aydınlar üzerinde terör estirildiği; sivil toplumun susturulduğu; milyonlarca seçmenin oyuyla Meclis’e gelmiş muhalif vekillerin itilip kakıldığı, üstüne hapse atılma riskiyle karşı karşıya kaldığı; hukukun gereğini yapan savcı ve hâkimlerin sürgün üzerine sürgüne uğradığı, hapse atıldığı; son sürat partizanlaştırılan yüksek yargının çay bahçelerinde demlendiği vs. bir ortamda halkın önüne konulacak sandık gözbağcılıktan başka bir şey olmayacaktır.

Haddi zatında bu, Esed’inden Mübarek’ine, Saddam’ından Kerimov’una bütün diktatörlerin benimsediği bir yöntemdir. Diktaya ve tek adam terörüne “meşruiyet” devşirme aracı olarak kullanılan o sandığın demokrasiyle herhangi bir alakası yoktur.

Peki, Türkiye bu açmazdan nasıl çıkacak? Bu soru içeride olduğu kadar dışarıda da merak edilmekte, tartışılmakta. Son dönemde karşılaştığım yabancı gazetecilerin ve aydınların ilk sorularından birini oluşturmakta. Onlara verdiğim cevabı sizinle de paylaşayım.

Belki size şom ağızlılık gibi gelecek ama şayet çok büyük bir mucize olmazsa bu aşamadan sonra Türkiye’nin önünde iyi ve hayırhah bir çıkış ne yazık ki gözükmüyor. Hepimizi, ya onlarca yıl sürecek hukuksuz, keyfi, nobran ve ahlaksız bir dikta rejimine boyun eğip oturmak ya da kötü, daha kötü, çok daha kötü, en kötü diyebileceğim dört çıkış bekliyor. Allah göstermesin ama “Kötü çıkış”ın literatürümdeki karşılığının muhtemel bir askeri darbe olduğunu söyleyeyim de gerisini siz kâbus edin.

Allah, yaşananlar yüzünden berbat 12 Eylül darbe anayasasındaki hukuk ve özgürlükleri bile arar hale getirilen bu millet için normalde kerih gördükleri bir askeri darbeyi bile müreccah hale getirecek kısmî iç savaş (ki Güneydoğu’da kısmen yaşanmakta zaten), bütün etnik ve mezhepsel fay hatları boyunca patlak verecek topyekun bir iç savaş ve ülkenin Libya, Suriye, Irak gibi topyekun yıkımı gibi daha büyük felaketlerden muhafaza etsin!..

[email protected]

BÜLENT KENEŞ/YENİ HAYAT