Örneğin, o yalan dünyanın içinden bakınca, Tayyip Erdoğan bir dünya lideridir. Hatta Almanya ve ABD’nin bile çekemediği kadar büyük bir dünya lideridir. İstanbul’a inşa ettiği havaalanı nedeniyle tüm Almanya onu çekememektedir. Ama dışarıdan bakınca, o “dünya liderinin” Obama’dan randevu alabilmek için yalvar yakar uğraşlarını görür, haline gülersiniz. Ya da Almanya’nın, “çekemediği o havalimanına” kredi veren tek ülke olduğunu görür, o yalandan dünyada yaşayanların hallerine acırsınız.
Yalandan dünya kurmak o kadar kolaydır ki, anında eskisini yıkıp yenisini yapmakta sorun yoktur. Bu yönüyle de çok gülünçtür bu dünyalar.
Örneğin, dün Dolmabahçe’de karşılıklı oturup mutabakata vardığın PKK ile bugün mutabakat olmadığını iddia edip, yeni bir yalan dünya kurabilirsin. Dün “Yahudi Cesaret Ödülü” alırsın, seçimler gelince de “al ödülünü başa çal” dersin. Seçimler geçince koşa koşa Washington’a gider, cesaret ödülü aldığın insanların önünde diz çöker, ilişkileri yeniden normalleştirmenin yollarına bakarsın. Dün “one minute” çektiğin İsrail’in bugün önüne yatarsın. Biri bu çelişkileri hatırlatınca, yeni bir yalandan dünya kurar, “siyaset yapıyor; tabi ki öyle yapacak” dersin. İkna edemeyince, “düşmanınızın silahıyla silahlanın” diye hadis patlatır, kurduğun yalandan dünyaya bir de kutsallık atfedersin. Olmadı mı, bir de fetva alır, eleştireni kafir ilan edersin.
Orta doğudaki yalan dünyalar siyasetle de sınırlı değildir. Bu toplumsal bir sorundur. Örneğin, bu toplumun çok hoşgörülü olduğu yalanı pek yaygındır. Ancak, en küçük bir fırsatta, hemen ötekini öldürmek için hazır kıta bekleyen komşularınız da bu toplumdadır.
Kurduğu yalandan dünyanın içinde, kendini dünyanın en ahlaklı toplumu sanan bu toplumdur; ama, 6-7 Eylül olaylarında komşusunun dükkanını yağmalayan da aynı toplumdur.
“Bin yıldır birlikte yaşadığımız azınlıklar” diye palavra sıkan; ancak, azınlıklar tehcir edilirken, mallarını yağmalamak için koşuşturan toplum, yine bu toplumdur….
“Kürtlerle Türkler, etle tırnak gibidir” yalanına inanıp, bir futbol maçında kulüp yöneticisini linç etmeye kalkan, elbette bu toplumdur…
Düne kadar, “büyüksün” diye önünde temenna durup yalakalık yaptığı insanlara, iklim değişince ağzına geleni söyleyen de maalesef bu toplumdur.
Bütün bunların nedeni, aslında hiç kendisi olamadığı için, hep başkasının derisinin altında yaşamak zorunda olan bu gibi toplumların, bu topraklarda inşa edilen, iç içe geçmiş, yalandan dünyalarda yaşamasıdır.
Bu topraklarda insanlar, Musa’nın doğru söylediğini bilir ama Firavun karnını doyuruyor diye onun peşinden gider.
Bu topraklarda inanlar, hırsızın kim olduğunu bilir ama korkusundan gidip anahtarı ona teslim eder.
Bu topraklarda insanlar, kızını tecavüzcüsüyle evlendirecek kadar alçaktır ama çıkıp bir de ahlak dersi verir.
Bu topraklarda liderler de farklı değildir. Öz kızını iktidar için yalancı manşetlere malzeme eder; sonra çıkıp, kürsülerden ahlak vaazı verirler.
İşte yalan dünyalar böyle kurulur. Tecavüzcüsüyle evlendirilen kızların ahı yakar bu toprakları. Bu yüzden iflah olmazlar.
“Yetim hakkı yemeyin” diye en net ilahi buyruk bu toplumlara gelmiştir ama en çok yetim hakkı yiyen yine bu toplumlardır. Devletler kurulmuştur, yetim hakkı üzerinde.
Koca Ermeni ve Rum toplumları yok edilmiştir örneğin ve toplumun neredeyse yarısı, onların mirasının üstünde inşa ettikleri yalandan dünyalarda otururlar; ama, camide yetim hakkı yemeyin vaazına amin der, içinde oturduğu dükkanından, evine götürdüğü ekmeğe kadar yetim hakkı olduğunu hatırlamaz…
Demokrasimiz de böyledir bizim…
Kime sorsan, herkes demokrattır. En çok demokratım diyeni, aslında en çok faşizan olanıdır.
AKP’yi söylemeye bile gerek yoktur. Ne yaptıkları ortada. Kendinden olmayana, su bile vermeyecek kadar demokrat (!) bir partiden söz ediyoruz.
Solcular farklı mı? Elbette değil. Basın özgürlüğü diye mangalda kül bırakmaz, hapishanede nöbet başlatırlar; kendi adamları çıkınca da iki dakika içinde gerisini unuturlar. Basın özgürlüğü kim içinmiş anladınız siz onu: Tabi ki sol gelenekten gelen gazeteciler için. Onlara sorarsan, diğerleri zaten gazeteci bile değildir. Bin yıl içeride yatsa, umurlarında bile olmaz.
12 Eylül öncesinde bazı MHP’lilerin yaptıkları nedeniyle onları “katil” görürler; ama, kahraman ilan ettikleri solcuların öldürdüğü insanları görmezler bile: Onlar halk kahramanıdır.
PKK farklı mıdır? Demokrasi getireceğim diye dünyayı Kürtlere dar etmiştir ama yine de en demokrat onlardır.
Sünniler farklı mı? Tabi ki değil. Alevilerin vergisiyle inşa edip-bakım yaptırdıkları camileri doldurup, haktan adaletten bahsederler; ama, Aleviler’in cemevlerinin açılmasına karşı çıkarlar.
Aleviler de ondan farklı değildir. İnsana ve herkese saygıdan söz edip; köyündeki camiden, okunan ezandan rahatsız olan Alevi sayısı hiç de az değildir. Yine de bu toprakların standartlarında, Sünnilerle kıyaslandığında, Aleviler’in hoşgörü şampiyonu olduğunu not etmeliyim.
Ya umut?
Umut ise yine bu topraklarda. Kurdukları yalan dünyada, yalana tapan insanların karşısına dikilip, “sizin taptığınız benim ayaklarımın altında” diyen Muhyiddin İbn-i Arabi de bu topraklardan çıkmıştır.
Nefretin ilmik ilmik örüldüğü bu topraklar, sevgi şairi Mevlana’yı da bağrından çıkarmıştır.
“Rızkı veren Allah’tır” deyip, üç kuruşluk dünya menfaati için yalakalık ve kula kulluğun en aşağılık örneklerini veren bu toplum içinden, “Cümlenin rızkını veren ol Ganîy-yu Settâr iken/Yeryüzünün halifesi Hünkâr’a minnet eylemem” diyen Nesimi’yi çıkarmıştır.
Her gün yenisini kurup, içinde yaşadığımız bu yalan dünyaların farkına varırsak, aslında umutsuz olmaya da gerek kalmaz.
Emre Uslu