Avrupa Birliği Komisyonu, geçtiğimiz günlerde Türkiye ile yapılan göçmen anlaşmasında Türkiye’nin göçmen ve mültecileri geri alması karşılığında AB ülkelerinden vizeleri kaldırılmasını istemişti. Komisyon, bunun için aralarında terörle mücadele reformunun da olduğu 5 kriterin haziran ayına kadar Türkiye tarafından yerine getirilmesi şartını koşmuştu. Fakat Erdoğan AB’nin reform taleplerine uyumayı reddetti. Türkiye dört bir yandan saldırı altındayken bu değişikliği yapmasının söz konusu olmadığını kaydeden Erdoğan “‘Vize kaldıracağım, şartı şu’ diyor; kusura bakma biz yolumuza gidiyoruz sende yoluna git” ifadelerini kullandı. Erdoğan’ın AB’ye rest çekmesi ile Türkiye’de demokrasinin tamamen rafa kaldırılıp, koşar adımlarla otoriter bir rejime dönüşeceği/dönüştüğü kanaati hakim.
AB, Terörle Mücadele Kanunu ‘ndaki “terör tanımı”ndan duyduğu rahatsızlığı defaatle dile getirip terör tanımının AB’nin 2002’de yayınlanmış çerçeve kararına uydurulmasını istiyor. Türkiye bu kanunu geniş çerçevede tutup gazeteciler ve muhaliflere yönelik uyguladığı cadı avında kullanıyor.
Başbakan Davutoğlu geçtiğimiz günlerde AB’ye bu kanun üzerinde çalışmalar yapacaklarına dair söz vermişti. Ancak perşembe günü (5 Mayıs) Erdoğan, Davutoğlu’nu istifaya zorlayıp başbakanlığını elinden aldı.
Erdoğan’ın tek hedefi başkanlık sistemi. Fakat Anayasa değişikliği için mecliste gerekli desteğe sahip değil. Ülke yönetimini başkanlık sistemine geçirebilmek için AKP bir referandum hazırlığında.
Türkiye bundan sonraki süreçte dört büyük sorunla karşı karşıya:
 
1- Şiddetin artması:
Türk ordusu ile PKK arasında iki buçuk yıl süren ateşkes 2015 Haziran ayında son buldu. Akabinde güneydoğunun değişik şehirlerinde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları yürürlüğe girdi. Yaşanan şiddetli çatışmalarda yüzlerce insan hayatını kaybetti. 400 yüz binden fazla insan evini barkını terk edip göç etmek zorunda kaldı. Şiddetin tırmanması hem PKK’ya hem Erdoğan’a yarıyor. Haziran seçimlerinde iktidarı kaybeden AKP, artan terörü sonlandırma vaadiyle milliyetçi oyları da arkasına alarak erken seçimde tekrar iktidar olmayı başardı. PKK ise Kürt halkı üzerinden kaybettiği hakimiyetini tekrar sağladı.
“Ya başkanlık, ya kaos” söylemleri ile kirli hesaplar içinde bulunan Erdoğan’ın atayacağı “düşük profilli” yeni Başbakan ile şiddet daha da artacak. Şiddet sadece doğu illeri ile sınırlı kalmayacak. Geçtiğimiz aylarda Ankara’da büyük saldırılar düzenleyen PKK saldırıları arttıracağını duyurmuştu. Diğer yandan İstanbul’da, Gaziantep’te bombalı eylemler düzenleyen IŞİD’in Türkiye’de daha faal hale geldiği ve ülke güvenliği için büyük bir tehdit oluşturduğunu unutmamalı.
2- Suriye meselesi
Suriye’deki durum ülkenin güneydoğusundaki çatışmalarla yakından bağlantılı. PKK militanları Suriye topraklarında YPG bayrağı altında savaş halinde. Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt hakimiyetinin oluşma ihtimalinden dolayı tedirgin. Erdoğan’ın Suriye’ye askeri harekat planları yaptığı, fakat ordunun buna karşı direndiği biliniyor. Ayrıca Suriye sınırında bulunan Kilis şehri özellikle son haftalarda IŞİD tarafından roket saldırısı altında. 18 Ocak tarihinden itibaren IŞİD roketlerine hedef olan Kilis’te, 21 kişi hayatını kaybederken, 80 kişi ise yaralandı. Türk ordusunun angajman kuralları içerisinde sınır ötesindeki IŞİD hedeflerini top atışına tutması, ülke topraklarına roketlerin atılmasını engelleyemiyor.
3- Sınırlanan basın özgürlüğü
Her ne kadar dünyanın en özgür basının Türkiye’de olduğu iddiasında bulunsalar da, AKP hükümeti medya ve basına uyguladığı baskıcı tutumu ile tanınıyor. İlk olarak akla İpek-Koza ve Zaman medya gruplarına uygulanan gasp olayı, işlerinden atılan binlerce basın mensubu, sadece haber/köşe yazısı/makale yazdıkları gerekçesiyle aleyhlerinde açılan yüzlerce dava, gözaltına alınan ve tutuklanan gazeteciler ve yazarlar ve genel anlamda medya ve sosyal medya üzerinde uygulanan baskılar ve sansürler geliyor.
Daha bir kaç gün önce Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar ve Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Erdem Gül Suriye’ye TIR’larla yapılan illegal silah sevkiyatını haber yaptıkları gerekçesiyle beş yıl hapis cezasına mahkum edildi. Aynı gün Can Dündar, davasının görüldüğü Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı önünde silahlı saldırıya uğradı.
Erdoğan’ın veya AKP’nin izlediği yanlış politikaları dillendiren ve yazan herkes hain yaftası yiyerek tehdit ediliyor. Ülkeyi yönetenlerin bizzat körükleyip büyüttüğü kin ve nefretin bir gün patlak verip toplum arasında bir çatışmaya dönüşmesi an meselesi. Diğer yandan sorumluluğunu yerine getirmekten aciz ve iktidar karşısında etkisiz kalan muhalefetin varlığı ülkede basın özgürlüğünün gelecegini tehdit eden büyük bir sorun olarak karşımızda.
4- Siyasi istikrarsızlık
Altı ay önce yapılan genel seçimlerde 23 milyon oy (%49,5) alarak başbakan seçilen Davutoğlu’nun, Erdoğan tarafından istifaya zorlanması, Türkiye’de parlementer sistemin askıya alınıp, fiilen başkanlık sistemine geçildiğinin göstergesi. Düne kadar “milli iradeye saygı” nutukları atan Erdoğan’ın iş başında olan bir hükümete yaptığı saray darbesi, Türkiye’de siyasi istikrarsızlığın en bariz göstergesi. İşin en tehlikeli olan yanı ise parti içinde hiç kimsenin halk tarafından seçilmiş olan hükümete yapılan darbeye ses çıkarmaması. Tam aksine, Erdoğan’dan duydukları korku nedeniyle bu hamleyi açıkça desteklediklerini görüyoruz.
Türk tipi başkanlık adında, bütün gücü elinde bulunduran tek adam rejimi, yani diktatörlük hayalleri kuran Erdoğan’ın şahsi ihtirasları ülke geleceğini tehdit ediyor. Erdoğan anayasal çizgileri içinde kalmayı reddettiği müddetçe ülke kaos bataklığından kurtulamayacak.
Özetle; Erdoğan bu ülkede kaosun kaynağı.
Maalesef bütün bu yaşananlar karşısında duyarsız kalan Türk halkı da bu kaosa ortak.