Yeni Hayat Yazarı Celil Sağır son yıllardaki gelişmeleri tek cümleyle özetledi: Ulan hepiniz ordaydınız be:
Ahmet Davutoğlu’nun 4 Mayıs’ta gerçekleşen Saray darbesiyle devrilmesinin ardından iktidar cenahındaki hesaplaşma devam ediyor. Davutoğlu ile irtibatlı görülen ya da desteklediği farz edilen partiliden akademisyene, gazeteciden iş adamına herkes cüzzamlı ilan edilip cadı avına maruz bırakılıyor.

Davutoğlu ve ekibi, Hizmet Hareketi’ne yönelik 3 yıldır devam eden ve parçası oldukları acımasız zulmün zekatı ölçeğinde bile sayılmayacak bir operasyonla karşı karşıya. Sessizler, zira ‘nedamet getirmiş’ durumdalar.

Saray Pelikanları ise bir yandan hedef göstermelere devam ederken, diğer yandan iktidarın son yıllardaki bütün günahlarını Davutoğlu ve ekibinin sırtına yükleme çabasında.

‘Aldatıldık’ ifadesiyle vücut bulan bu strateji geçmişte Hizmet Hareketi’ne uygulanmıştı. Ergenekon’dan Balyoz ve KCK’ya kadar her şeyi insanların aklıyla alay edercesine Hizmet’in üzerine boca edip, eski düşmanlarla yeni ittifaklara yelken açmışlardı.

Mavi Marmara faciasından, Mısır’daki Sisi darbesine, Suriye’deki iç savaştan Irakla limonileşen ilişkilere ve hatta Dolmabahçe’ye kadar her şeyin sorumlusu Davutoğlu ve ekibi artık. Saray Pelikanları “Erdoğan’ı sürekli kandırdı, aldattı, ülkeyi felaketten felakete sürükledi.” diyor.

Davutoğlu’nun AKP dönemi Türk dış politikasının mimarlarından olduğunu biliyoruz. Komşularla Sıfır Sorun siyasetinin oluşturduğu geçici baharın ardından gelen felaketleri hala yaşıyoruz. Peki tüm bunları tek başına mı yaptı? Bunu söylemek özünde, ‘dünya lideri’, ‘ümmetin umudu’ Erdoğan’ın ‘sağlam iradesine’ yapılmış bir hakaret değil midir? Başbakan’ın onayı olmadan Davutoğlu bu adımları atabilir miydi?

İkinci olarak söz konusu hadiseler gerçekleşirken Erdoğan ne yapıyordu? Siyasetin yanlış olduğunu belirtip durumu düzeltecek manevralar mı yapıyordu, yoksa oluşan mağduriyet dalgasının üzerinde sörf yapmayı mı tercih ediyordu?

Elbetten ikincisi yaptı. Erdoğan’ın Mavi Marmara’nın gidişini engellemeye dönük bir açıklamasını hatırlayan var mı? Facia sonrasında ise oluşan infial dalgası üzerinde ‘Ey İsrail’ nidalarıyla meydanlarda haykırmadı mı? Hatta faciayı, rakiplerini dövmek için malzeme yapmadı mı?

Mısır meselesi de farksız. Mursi iktidarının akıl hocalığını Davutoğlu tek başına mı yaptı? Mısır gerçeklerinden kopuk, darbenin geldiğini göre göre ‘Direnin!’ mesajlarını iddia edildiği gibi Davutoğlu mu verdi İhvan’a? Peki sonrasında, ‘Ey Sisi’ nidalarıyla meydanlarda acı üzerinden ‘Rabia’lı siyaset yapan kimdi? Katledilen Esma’nın ruhunu bile yerel seçimde oy istemek için kullanan?..

Suriye meselesi malumunuz. Davutoğlu, Şam’a mekik dokurken kafasına göre mi iş yapıyordu? Suriye’de Pandora’nın Kutusu’nu açmanın İran, Hizbullah ve Rusya ile kapışmak anlamına geleceğini Davutoğlu hesaplayamadı diyelim, Erdoğan ve ekibi neden bunu öngöremedi? ‘Dünya liderliği’ bunu gerektirmez mi? Ama Suriye’deki facia büyürken meydanlarda ‘Ey Esed’ nutukları atıp muhalefete yüklenmeyi tercih etti…

Saray’ın bu stratejisinin iki karşılığı var: İlki, rahatsız olan tabana, “Reis iyi ki Davutoğlu’nu devirmiş. Dünya ile yaşadığımız sorunların anası oymuş.” dedirterek Saray darbesini meşrulaştırmak. İkincisi ise neredeyse Afrika’dan başka bir yerde muhatap alınmadığımız ‘değerli yalnızlığımızdan’ kurtulmak için manevra alanı oluşturmak. Feridun Sinirlioğlu’nun tenzili rütbeyle New York’a gönderilmesi, İsrail, Mısır ve son olarak Rusya ile ‘eski günlere dönelim’ mesajlı yeni sayfa açma çabaları bu çerçevede okunabilir.

Mevcut havuz propaganda makinesiyle ilkini başaracaklarına şüphe yok. İkincisi ise biraz daha karmaşık. Zira dış politikayı tamamen iç tüketime, oya tahvil etmiş, sürekli dış düşman üretmesi gereken bir anlayışın ilişkileri bir anda normalleştirebilmesi hayli sancılı bir olacak gibi görünüyor. Saray Pelikanları çok terleyecek.