Esad rejimi ve Rusya’ya bağlı güçlerin Halep harekatı, onbinlerce kişinin Türkiye sınırına dayanmasına yol açtı. Bu yoğun akın, hiç kimsenin kuşkusu olmasın, çok daha yüksek boyutlara ulaşacaktır.
Şam dört yıllık savaşta kaybettiği ‘toprak kontrolü’nü yeniden sağlamak için yakaladığı fırsatı sonuna kadar, gözünü milim kırpmadan kullanacaktır; çünkü beklediği ‘an’ gelmiştir.
ABD’nin ‘kararsız Kasım’ tavrını, Avrupa’nın utanç verici ödlekliğini, ABD-İran nükleer anlaşmasının açtığı alanı, uçağının düşürülmesini, ve IŞİD’le mücadeledeki aşikar ‘Kürt realitesi’nin beslediğikonjonktürü son derece ustaca ve acımasızca kullanan Rusya,Suriye’nin kuzey sınırında kalıcı bir nevi ‘garantör güç’ olarakvarlığını sabitleyecektir.
Gelinen noktada faturanın bir numaralı adresi, AKP hükümetiningerçek çıkarları gözeten stratejiden yoksun siyaseti yüzünden(Suudları saymazsak) yapayalnız kalan Ankara’dır; kimsenin şüphesi yok.
AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Johannes Hahn’ın oherkesin diline düşmüş ahmaklığıyla ‘kapıları mültecilere açın ama sakın bize göndermeyin’ çağrısının, Türkiye’ye Suriye konusundaki genel insani öncelikleri hatırlatmaktan başka işe yaramaz.
Ama keşke mesele bu kadar basit olsa.
Suriye krizini çözmek için elindeki tüm kozları hata üstüne hata yaparak bir bir kaybeden AKP’de yüksek kademenin, özellikle de Cumhurbaşkanı’nın kulaklarında savaş çanları çaldığını anlıyoruz.
Erdoğan’ın ”Suriye’de bu iş ancak bir yere kadar böyle gider. Bir yerden sonra böyle gitmez. Hassasiyetlerimizi Türkiye olarak korumak zorundayız. Bu hava sahası, sadece Türkiye’nin hava sahası değildir. Aynı zamanda NATO hava sahasıdır. Onlar da gerekli adımları atmak durumundadır. Yaşananlar aynı zamanda herkes için bir test niteliği taşıyor” şeklindeki sözleriyle, 1 Mart tezkeresini anımsatması, çan seslerini herkesin duyması için yeterli.
Cumhurbaşkanı’nın, ABD Başkanı Obama’nın Kobane’yi ziyaret eden özel temsilcisi McGurk’ü ima ederek ”Kobani’de sözde bir generalden plaket alıyor. Biz nasıl güveneceğiz? Ben miyim senin ortağın, yoksa Kobani’deki teröristler mi?” şeklindeki son çıkışını da bu vahim resme ekleyin.
McGurk’ün basit bir temas olmayı çoktan aşan ve PYD’ye siyasi destek jestleriyle dolu ziyareti, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ‘gereğinden uzun’ diye nitelediği, ‘sonunda Erdoğan gerçeği gördü’ diye kendi dilinde özetlediği ziyareti izliyor.
Buna da bir mim koyun.
Ve eğer Erdoğan’ın aklında ‘Suriye kara harekatı’ gibi bir senaryo netlik kazanıyor ise, NATO’yu da içeren son sözlerine atfen denebilir ki, sadece NATO ile değil, birebir ABD ile son derece sert bir sürtüşme de kapıda görünüyor.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, “Suriye’de Türkiye ya da Suudilerce düzenlenecek bir kara operasyonu şu aşamada verimli olur mu” sorusuna, “Hayır. Suriye iç savaşında askeri bir seçenek olmadığına inanmaya devam ediyoruz” diye cevap vermiş.
Krizi ABD’yi ve NATO’yu da içine çekecek şekilde tırmandırarak sonuca ulaşma kurgusu bomboş bir hayaldir; fena halde ters teper.
Cenevre tıkandı. ‘Ilımlı’ muhalefet zaten cılızdı; devre dışı kalacak ve sıfırlanacak. PYD ve Kürtler sahada bir vakıa olarak meşruiyetini artıracak.
Rusya, ‘Türkiye ve Ürdün sınırları kapatsın, sonra bakarız’ diyor. Suriye dışişleri bakanı Muallim, ‘Suudi Arabistan’a diyeyim, Türkiye sen anla’ manasında, ‘gelmeyin, tahta tabutlarda dönersiniz’ diye konuşuyor.
Ankara, Riyad’a bel bağlamazsa iyi eder.
***
Erdoğan’ın önünde iki seçenek var:
Tırmandırma veya (mülteci odaklı) ‘soğutma’.
Savaş, felakettir.
Ve…
Krizi bundan böyle sadece ABD ve Rusya, ikili olarak yönetecektir; bu da artık iki kere iki dörttür.
Ankara’nın yapması gereken tek şey, bağırıp çağırmayı keserek,çözüm odaklı diplomasiye destek verip müttefiklerinin işini kolaylaştırmaktır.

Başka hiçbir çare kalmamıştır.

Haber Kaynağı: YAVUZ BAYDAR / ÖZGÜR DÜŞÜNCE