Başlığın suiistimal edileceğini düşünerek baştan bir prensibi açıklayarak başlayalım. Adaletin olmadığı bir yeri terk etmek, yani adaletsizlikten kaçmak, hem insanidir hem İslamidir. Nasıl ki Peygamberimiz Hz. Muhammed, Mekkeli müşriklerin yıllar süren ambargosundan ve zulmünden kaçtı, ilk Müslümanların Mekke’den çıkmasını istediyse, bugün de Erdoğan’ın zulmünden kaçmak o kadar meşrudur.

Prensipte de pratikte de Erdoğan’ın özellikle Cemaat mensuplarına yaptıklarının Mekkeli müşriklerin Müslümanlara yaptıklarından zerre kadar farkı yoktur. Mekkeli müşrikler de Müslümanlara ambargo koymuştu, Erdoğan’da Cemaatçilere koydu. Mekkeli müşrikler de Müslümanların mallarına el koyuyordu, Erdoğan’da koyuyor. Mekkeli müşrikler de Müslümanların kadınlarına kızlarına göz koyuyordu Erdoğan taraftarları da göz dikiyor. Mekkeli müşrikler de Müslümanlara işkence ediyordu, Erdoğan’ın polisi ve istihbaratı da işkence ediyor. Mekkeli müşrikler de başka ülkelere kaçan Müslümanların peşine adam gönderip onları krallarından istetiyordu, Erdoğan da aynısını yapıyor…

Mekkeli müşriklerin Müslümanlara reva görüp, Erdoğan’ın Cemaatçilere reva görmediği bir şey var mı? Kesinlikle yok. Erdoğan rejimi daha fazlasını yapıyor. Bu yönüyle Cemaatçilerin Türkiye’yi terk etmesi son derece İslamidir.

Kur’an da en sık anlatılan kıssalar inananlara zulüm ve inananların o zulümden kaçışına dair kıssalardır. Hz. Musa’nın Firavun’dan, Ashab-ı Keyfin zalim kraldan kaçışının kıssalarını hemen her AKP’li bilir. Bu yönüyle Cemaatçilerin Erdoğan’dan kaçışı Kur’anidir…

Konuyu İslami düzlemden insani düzleme çektiğimizde de bu gerçek değişmez. Suriyelilerin Esad’ın zulmünden kaçması ne kadar insani ise, muhaliflerin, özellikle Kürtlerin ve Cemaatçilerin Erdoğan’ın zulmünden kaçması o kadar insanidir. Müslüman Kardeşler mensuplarının Sisi’nin zulmünden kaçması ne kadar insani bir durumsa, Cemaatçilerin Erdoğan’ın zulmünden kaçması o kadar insanidir. Nasıl ki Tunus’un lideri Gannuşi’nin Bin Ali’nin zulmünden kaçıp yıllarda Avrupa’ya sığındıysa, Cemaatçilerin de Erdoğan’ın zulmünden kaçış Avrupa’ya sığınması aynı derecede insanidir.

Solcuların Kenan Evren’in zulmünden kaçıp Avrupa’ya sığınması ne kadar insani ise, bugün de Erdoğan’ın zulmünden kaçıp Avrupa’ya sığınan solcu, Kürt, gezici, ve Cemaatçilerin Avrupa’ya sığınması aynı derecede, hatta daha fazlasıyla insanidir…

Türkiye dışına gitmiş insanlara ”suçsuzsan gel burada yargılan” demek, Hz. Muhammed’e “suçsuzsan Mekke’yi neden terk ediyorsun,” Hz. Musa’ya “suçsuzsanız Mısır’dan neden kaçıyorsun,” Ashab-ı keyfe “suçsuzsan şehrinden neden kaçıyorsunuz” demekten farksızdır…

Adaletin olmadığı yerde sadece öğretmenlik yaptığın, sadece burs verdiğin için önüne iki yol, hapis ya da kaçmak, kalmışsa o zaman ikisinden birini tercih eden insanlara hiç bir şey söylenemez.

Hatta ülkeyi terk etme imkanı ve fırsatı olduğu halde mücadele amacı olmaksızın, (hapse girmek de bazen bir mücadele biçimi olabilir), iki yıl yatar kurtulurum düşüncesiyle, bilerek ve isteyerek kaçmayıp da hapse giren insanlar, bu davranışlarıyla zalimin yaymak istediği korku iklimini büyütüp, diğer insanların da o korkunun altında yaşamasını sağlamalarına katkı sağladıklarından dolayı, dolaylı da olsa, zalimin zulmüne katkı sunuyor sayılır mı bilemiyorum….

Bu prensipleri belirttikten sonra asıl sorumuza gelelim. Son zamanlarda haberlerde sık sık karşılaşılan bir haber, yurt dışına çıkmaya çalışan cemaatçiler ile Erdoğan ve Hakan Fidan’ın kişisel düşmanlığını kazanmış muhalifleri, sanki polis ve istihbarat elleriyle koymuş gibi buluyor. En son üç eski savcı kaldıkları evde yakalandı.

Medyaya yansıyan haberlere bakılırsa, savcıların yakalanması kaçakçıların telefonlarının dinlenmesiyle mümkün oldu. Ancak ben sadece kaçakçıların telefonlarının dinlenmesinden ibaret olduğunu sanmıyorum. Öyleyse her gün halen yüzlerce Suriyeli ve Avrupa’ya gidiyor neden bunlar yakalanmıyor?

Geçen yılı hatırlayın, birden on binlerce Suriyeli Ege’den Edirne’ye sınıra dayanmış, binlercesi karşıya geçmişti. Kaçakçılar televizyonlara bağlanıp, devletimiz bunu istiyor demişti. Sonra ne oldu da birden bire Avrupa’ya giden Suriyelilerin sayıları azaldı? Bunu sahil güvenlik araçlarıyla sağlamak mümkün olmadığına göre, elbette kaçakçıları kontrol ederek yaptılar…

Yani kaçakçılık ve kaçakçılar istihbaratın bilgi ve ilgisini dışında hareket eden kişiler değiller. İstihbarat kimin nasıl ve nerede kaçakçılık yaptığını bilir. Bazen göz yumar bazen de işleri sıkılaştırır…

Son zamanlarda Cemaatçilerin ve Erdoğan’ın hedefindeki muhaliflerin “kaçarken” yakalanması istihbarat operasyonundan başkası olamaz.

Hemen bir örnek verelim. Bir okuru şöyle yazmış: “Edirne’de yurt dışına kaçan insanlara yardım eden kaçakçıların telefonunu polisler kullanmaya başladı. Telefonu arayıp yurt dışına geçmek isteyen kişilere, yer ve zaman verip oraya geldiklerinde da yakalıyorlar

 

Bu bilginin ne kadar doğru olup olmadığını bilmiyorum. Ancak Türkiye’de polisin böyle şeyler yapabileceğini bilen birisi olarak bu bilginin doğru olabileceğini düşünüyorum. Ayrıca bu bilgi son zamanlarda “Cemaatçiler Edirne’den yurt dışına çıkış yaparken yakalandı” haberleriyle de örtüşüyor.

 Eğer bu bilgi doğruysa, o kaçakçının telefonunu kullanan polisler insanları SUÇA TEŞVİK ettiklerinden dolayı, bir gün yargılanırlar. Polislerin teşvikiyle yurt dışına çıkmak için gelen insanlar da beraat eder. Yani hukuken KAÇAKÇININ yaptığı ile polislerin yaptığı arasında hiç bir fark yoktur. Polis vatandaşa tuzak kuramaz…

Bu bağlamda sorulması gereken soru şu: Neden sadece Cemaatçiler yakalanıyor da başkaları yakalanmıyor?

Çünkü istihbarat öyle istiyor da ondan…

Zulümden ve adaletsizlikten kaçıp, yurt dışına çıkmak isteyen insanlar, onlara yurt dışına çıkma sözü veren kişilerin aynı zamanda istihbarata çalışıyor olabileceği ihtimalini asla unutmamalı….

YENİ YÖN/ANALİZ